18 Kasım 2011 Cuma

Helsinki

Helsinki Açıkçası görülecek o kadar çok yer var ki, Helsinki benim listemin ilk sıralarında yer almıyor. Ama çalıştığım firmanın eğitimi için orada 5 gün kalınca, eğitim sonrası 3 gün daha orada kalarak ne var ne yok görmüş oldum.

Ekim sonu orada hava çok soğuk olur diye düşünerek gittiğim için oldukça kalın şeylerler doldurdum valizi . Ama hiç buna gerek kalmadı. Ekim sonu hava en düşük 2 en yüksek 11-12 derecelerdeydi, normal bir kazak ve bir mont veya palto ile gayet rahat gezebildik. Hatta eğitimdeki bir gün İstanbul’u sel götürürken Helsinki de soğuk ama pırıl pırıl güneşli bir hava vardı.

Gelelim ne var bu Helsinki de valla bence hiç bişey yok. Merkez çok küçük bir yer, birine paralel 2 ana yol var, birinden sahile doğru inip ötekinden yukarı çıkıyorsun, bütün binalar toprak renklerinde, 2 tane güzel katedral var görülebilecek.

Helsinki yaz aylarında ziyaret etmek için daha uygun bir şehir. Yaz boyu, festivaller ve eğlenceler yapılıyormuş ve gezilecek tarihi turistik adalarda mesela suomenlinna, yaz sezonu bir çok aktivite oluyormuş. Hem de beyaz geceleri yaşamış oluyorsunuz.


Ben is icin Scandic Hotel de kalmıstım cok da begenmistim, ama daha sonra haftasonu gezmek icin baska otele gectik ve Avrupa daki en ilginc otellerden birini bulduk ……..

İşte  kaldıgım nefis otel Katajanokka, eskiden bir hapishaneymis , hotelin konsepti aynı sekilde devam etmis ,bakınız resimdeki restaurantın ismine J





Bu da kahvaltımız tabi ki hapishanedeki gibi tum tabaklar ve bardaklar metal …

Ayrıca tum personel cizgili hapishane kıyafeti giyiyor J

Helsinki’nin en güzel yanı, aksam saatlerine kadar insanlar sokakta ve dükkanlar Pazar günü dahil acık, Munih’te saat 6 da bütün dükkanlar kapanıp insanlar bir anda yollarda azalmış ve bu hiç hoşuma gitmemişti. Burada dışarıdan bakınca her yer bina, restorant bakıyorsun az, dükkan yok diye düşünürken bir alışveriş merkezine girerek Helsinki de yasamı keşfediyoruz. Bu şehir de bir çok yer binaların iç kısımlarındaki avlularda veya altında !!! Havanın kısın soğuk olması bunun en büyük etken sanırım. Merkezdeki iki büyük alışveriş merkezi Forum herhalde 6-7 belki daha da fazla yan yana binanın ilk iki katında yer alıyor, Üst kısımlar ise ofis, restaurant, ev olarak kullanıyor. Buranın herhalde yaklaşık 8-10 kapısı var . Binaların bodrum kısmı da alışveriş merkezi, aynı zamanda da metro ağına inebiliyorsunuz. Forum’a yakin bir yerde Kampi adında başka bir alışveriş merkezi var bu binanın tamamı alışveriş merkezi ama aynı şekilde girişin alt kısmından metro ya, ve ana durak otobüs terminaline ulaşmanız mümkün. Buradaki otobus durağı da kapalı mekanda, kapalı otoparktan araca binebiliyorsun. Alışveriş merkezleri açıkçası bizdekilerin yanında bence sönük kalıyor. Bu alışveriş merkezlerinin yanında bir çok pasaj da var, hepsi yan yana.

Helsinki de yasamı keşfediyoruz demiştim, sonra alışveriş merkezine nerden girdi bu kız diyebilirsiniz. Hemen açıklıyorum, ilk 3-4 gün farkına varmadık ama sonradan baktıktı, herhangi bir pasajın ya da alışveriş merkezinin içine giriyorsun , yürüyerek metroyu kullanmadan, labirent gibi alt geçitlerden geçerek, öteki alışveriş merkezine, oradan tren istasyonuna, oradan diğer pasaja geçebiliyorsun. Tabi tüm bu pasajların içinde restaurant, cafe, dükkan, kuafor her şey ama her şey var. Bizim için olduksa karışıktı, sürekli oradan oraya dolaşıp durduk. Bir binaya girip ötekinden cıktık.

Şehir de turistik neresi var derseniz, rock churh diye bilinen Temppeliaukio Kirkko, Ortadoks Uspenski Katedrali, Helsinki Katedrali- Tempereen Tuomiokirkko, hava güzel ise Suomenlinna, sahilde ki Helsinki Market.

Suomenlinna kucuk motorlarla gecilen kucuk bir ada. Suomenlinna Helsinki henüz büyük bir liman olmadan önce İsveç krallığı zamanında kurulmuş bir yerleşim yeri. Daha sonra Rusların egemenliğine geçmis, konumu dolayısla savaş gemilerinin önemli bir limanı olan ada, Helsinki daha uğrak bir liman haline gelince de eski önemini yitirmiş. Bugün ise yazları festivallerin düzenlendiği yeşilin bol olduğu bir ada, aynı zamanda da UNESCO mirasları listesinde.



Suomelinna


Suomolinna da göl kenarında bir İsvec evi


 Temppleliaukio Kirkko- Rock church, kayaların içinde oyulmuş yuvarlak cam tavanı olan bir kilise. Tarihi bir yer değil sadece ilginç bir yapı. Dışarıdan bakınca ne olduğu anlaşılmıyor. İçerisinin ambiyansı hoş, biz gittiğimizde içeri de sanırım aksam için yapılacak konser için provalar vardı.

Tempereen Tuomiokirkko- Helsinki Katedrali, Bir tepenin üzerinde büyük beyaz bir katedral, Rus döneminde 1830 da yapıma başlanmış, bir Lutheran katedrali. Rus Carı Aziz Nikolosa ithaf edilmiş, ve ilk olarak bu isimle anılmış, simdi ise Helsinki Katedrali olarak tanınıyor. Katedrale, önündeki meydandan uzun merdivenleri çıkarak ulaşabiliyorsunuz. Katedralin önündeki bu meydanda ise ise Rus Carı Aleksander II nin bir heykeli yapılmış.


Tempereen Tuomiokirkko




Bu da gece yan tarafından cekilmis bir resim, 2 cepheninde mimarisi aynı


Benim favorim ise başka bir tepe de Ruslar tarafından yapılmış olan batının en büyük Ortodoks katedrali olan Uspenski Katedrali. Çok heybetli ve gösterişli ve bence Helsinki de ki en güzel bina Uspenski Katedrali

Uspenski Katedrali




Gelelim Helsinki Market’e ; Sahil kesiminde kapalı tek katlı uzun bir bina dışında tabela yok, acık mı kapalı mı belli değil. Allahtan gitmeden önce internette araştırma yapıp bakmıştık yoksa dışarıdan pek bir anlam ifade etmeyen eski hoş görüntülü küçük bir binaydı benim için.


Market Hall



Market Hall içinden bir görüntü İçerisi küçük stantlardan oluşan 2 yolu olan bir bina, bu stantlarda; et, balık, geyik eti, meyve-sebze, tatlı satan yerlerin yanı sıra , bir suru yiyecek yeri olan bir bina. Burada hayatımda gördüğüm en büyük ve en güzel deniz mahsulleri çorbasını içtim. Kocaman bir kase içinde parça balık, midye karides, yanında da zeytinyağlı ekmekler ile servis ediliyor. 8.5 Euro bir çorba için çok demiştim ama çok doyurucu olduğu için bu çorbaya değer diyorum. Zaten Helsinki de yiyecek coook pahalı gerçekten, İstanbul’un neredeyse 1.5- 2 katı . İşte nefis çorbam….



 Kase küçük gibi çıkmış ama kendisi aslında kocaman



Market Hall’ın ic kısmı


Helsinki den ne alınır derseniz ise, sadece 3 –4 tane hediyelik eşya dükkanı bulabildik.Helsinki ve Tallin’de aynı hediyelik eşyalar satılıyor,ahşap Viking bebekleri, Matruskalar, Troller. Ahşap Viking’i seçeneği çok olan Tallinn’den almıştım orada üstünde Estonia yazıyordu burada üstünde Helsinki yazıyor Muhtemelen Danimarka ve ya Norvec gitsem orada da aynı bebeklerden bulacağım.

Pazar günleri de market hall denilen limanın önündeki meydanda, Helsinki marketin de bulunduğu yerde pazar kuruluyor, burada hediyelik eşya, birçok gerçek tilki kürkünden yapılmış şapkalar, eldivenler, ceketler bulabilirsiniz. Büyük ihtimal ile bu kürk satıcıların çoğu Estonya’dan geliyor ve Tallinn’e nispeten çok daha yüksek fiyata bu kürkleri satmaya çalışıyor. Tallinde denediğim kürk şapka 150 –200 TL civarı bir paraya denk gelirken( tabi  o zaman Euro kuru 2 idi :) ) , pazarda denedim biraz daha güzel bir şapka için 250 Euro  gibi bir para istediler. Aynı zamanda balık satan stantlar, içi sıcacık olan sadece kahve ve tatlı satan küçük kapalı çadırlar da var. Kısın bu stantlar pek fazla değil, yazın ise her yer bu stantlardan doluyormuş.

Helsinki’den yayınımız bu kadar, Tallinn’de görüşmek üzere......

16 Kasım 2011 Çarşamba

Hangzhou

Hangzhou,cinlilerin yeryüzündeki cennet diye adlandırdıkları  bu sehir, Sangay’ın 180 km guney batısında, Yangtze nehir deltasına kurulmus. CIOFF’un Hangzhou da düzendigi Asya Folklor festivali ile biz de Cin’de bir kac sehir görme sansına sahip olduk.

Hangzhou’ ya, Shangai’dan otobus ile yaklasık 2-3 saatte ulasılabiliyor. Sangaya ise Turk hava yolları 2009 Agustos ayında direk seferlini actıgı icin, biz seyahatten 2 ay once, Emirates ile Dubai aktarmalı biletlerimizi almıstık. Shangai havalimanına inip de, valizlerimizi alıp dısarı cıktıgımızda, bekledigimiz gibi acayip , sıcak ve nemli bir hava ile karsılastık. Bir de üstüne hava kapalı olunca biraz ic karartıcı bir manzaraydı. Ama daha sonra gorduk ki, hava her zaman böyle degil, hatta Cin’de gecirdigimiz 10 gün, Shangai, Hangzhou ve Zhuji sehirlerinde hava hemen hemen aynı, bazen kapatıyor nemli, ama sonra gunes cıkıyor , hafif ruzgar esiyor nem azalıyor. Ama günes cıksın cıkmasın hava her daim sıcak. Biz oradayken neredeyse hic yagmur gormedik diyebilirim.

 Hangzhou, nehir etrafında kurulmus, eski ve yeni sehir olarak 2 ‘ye ayrılmıs bir yer, Yeni sehir dedikleri bir otelde kaldık, burası cok yuksek bloklardan olusan bir suru yeni binanın oldugu bir yer, buradayken insan kendini hic Cin’de hissetmiyor.


 otel odasından bir goruntu

Yeni sehir ve eski sehir arası cok uzak bir mesafe degil , otelden hem luks alısveris yerlerinin hem de Cin mahallerinin ic ice oldugu eski sehre gecmek yaklasık 20 dakika , ve taksi ucreti yaklasık 12 tl civarındaydı. Bu arada Yen’i TL’ye basitce cevirmek icin 4 e bolmek yeterli. 50 yen yaklasık 12 tl. Biz otele yakınyerlere gidip gelirken hep tuk tuklara bindik, herseyde oldugu gibi pazarlık yapılabiliyor. 25 yen istenilen tuk tuk a 10 yen vererek her yere gittik.



binmesi cok eglenceli :)

Eski sehirde bir suru luks dukkan var, ve bu dukkanlar cok cok pahalı. Alısveris merkezinde gordugum Nine West , Turkiye’den daha pahalıya satıyordu. Oysa biz Cin üretim yerleri oldugu icin cok ucuz olucagını dusunmustuk. Aynı sey Shangai da da gecerli, marka ürünlerin gercekleri Cinde ucuz degil. Eski Sehir, alısveris merkezi zamanında bu yazıları yazmadıgım icin bende bu yerin ismini unuttum.
 Ama taklitler her yerde, sadece sokaklarda degil dukkanlarda ucuz fiyata , hatta pazarlıkla cok ucuz fiyata satılıyor. Ama aynı zaman da cok kalitesizler. Eski sehir hem modern hem Cin kulturune ait bir cok binayı birlikte görebilirsiniz. Otelden aldıgım, sehrin turistik haritası pek acıklayıcı degildi. Bu yüzden pek de verimli gezemedik, son gün – sonradan Cin’in en büyük budist tapınaklarından biri oldugunu ögrendigim- Ling Yin tapınagına giderken taksiye bindigimizde nehir kenarında giderken, asıl gezilmesi gereken yerin nehir kenarı oldugunu fark ettik. Tum nehir kenarında guzel ve sık kafeler, restorantlar dizilmisti. Bir yazı da dünyanın en guzel konumlu starbucks’ı burada yazıp resmini koymustu, gercekten de oyleymis, nehir kenarında neredeyse nehrin üstünde, 2-3 katlı bir Cin mimarısı ile yapılmıs bir ev ve orayı starbucks yapmıslar. İcine girme sansım olmadı ama dısarıdan super bir manzarası vardı.


yoldan manzaralar



Taksi ile kısa bir surede Ling Yin’ e ulastık, giris biletlerimizi aldıktan sonra, buyuk bir bahce kapısından giris yaparak turumuza basladık.



Bahceye girdiginizde uzun bir yoldan ilerliyorsunuz, yol boyunca kayalara oyulmus Buda heykelleri vardı , etraf yemyesil, yol ve kayaların arasından ufak bir nehir akıyor. Oldukca güzel bir ortam, biraz ileride sag tarafa tapınagın kapısına görüyorsunuz tapınaga giris ayrıca ücretli.

Tapınak oldukca buyuk bir yer, iceride bir cok bina var, bir cok insan tutsulerle yakıp dualar ediyorlardı.


                                   Tapınagın icindeki Buda Heykeli




Sehirdeki bir baska turistik yer West Lake, Hangzhou’nun yerli turistlerinin en cok ziyaret ettigi yermiş.

West Lake

Gitmeden önce de resimlerine baktıgım West lake, gercekten resimlerdeki gibi, yemyesil bir manzara ortasında bir gol , golun ustunde gecen kopruler, golun bir kısmını kaplayan kocaman niluferiyle cok guzel bir manzara olusturuyor. Ama Agustos ayındaki nem ile gol kenarındaki nem birlesince dayanılmaz bir hava ortaya cıkıyor. Gol icinde tekne turları düzenleniyor, göl kenarını tekne ile gezmek cok guzeldi, hem tekne de cok sıcak hissetmiyorsun hem göl kenarına yapılmıs cok güzel yapıları, tapınakları, dogal manzarayı görmüş oluyorsun.


West Lake



Hangzhou'nun baska bir onemli gezilecek yeri , ipek yolu'dur diyerek bizi alıp bu carsıya goturduler.Sehrin merkezin iki yanı dukkanlarla cevrilmis bir yol. ipek, esarp, ic camasırı, kravat agırlıkta ürünler satılıyor. İpek kumas satan 1 tanecik dükkan vardı koskoca yolda. Alınacak kayda deger , kravat dısında hic bişey bulamadım.Cinde her yer oldugu gibi, buralarda alısveris yaparken pazarlık yapılmalı. Kravat satan bir yer de 80 yuan ( 20 tl lik) kravatı 35 yuana aldıgımız da cok sevinmistik. Ama biraz ileri de bu kravatları 10 yuana satan dükkanı görünceye kadar  :)  E napalım ordan da aldık bizde.





ipek yıkayan kızlar heykeli

Ornegin, sac da Yesil cayları kavurup, paketleyip satıyorlar. bir dukkanda 100 yuan dedi bir pakete 50 yuan dedim kadın güldü ve vermedi bana. 2 adım ileri de baska yerden cok az pazarlıkla 25 yuana 1 kutu cay aldım.
Cay isini biraz abartmısım sanırım, her gun iciyorum ama aldıgım Yesil, siyah, karanfil ve adını hatılayamadıgım bir cay hala bitmedi.

Zaten bünye pazarlıga  o kadar alısıyor ki, yapmazsan olmuyor :)

Hangzhou da mutlaka gidilmesi gerek baska yer, Eski krallıktan kalma carsı Qing he Fang Old Street.

Hediyelik esya icin aramadıgımız yer kalmadı, megerse buraya gelmek lazımmıs.

Bir suru cay cesidi , yelpaze, tablolor, el isleri  burada yok yok. Buraya gelince nereden baslayacagımızı sasırdık.

Buradan ne alınır derseniz bence,

Hepimizin aldıgı, Cin yelpazeleri; burada pazarda 1 tl'ye  satılıyor, ama Cine gelip almamak olmasın dedik .( kare seklinde bir telin ortasına gerilmis, desenli kagıtlar, uclarında tutmak icin bir sapı var)

Benim bildigim kadarı ile orijini Japonya olan kalın kagıt yelpazeler, bizim bildigim normal katlaıp acılabilir olanlar,  gercekten hem isciligi hem de goruntusu ile cok guzeldi.

illa ipek alıcam diyorsanız, ipek kravat ve esarp.

onun dısında minik , ahsaptan yapılmıs cin bebekleri. Bunlarda cok guzeldi.
Resimleri eve gidip cekip buraya ekleyecegim :)

ve Cay tabi ki ............


Qing He Fang Old Street'in arka kısmındaki tapınak, tapınagın alt tarafında ise son gece gösterisi yapıp, festivalin en iyi performansı ödülü aldıgımız sahne

Cinde , en önemli seylerden birini atlıyordum neredeyse.

Cin'de ne yenir ?

Biz Festival davetlisi olarak gittigimiz icin otelimizde aksam yemegi almadıgımız zamanlarda , güzel restorantlarda agırlandık.

Burada yedigimiz tatlı eksi soslu tavuk , ordaki ile aynı degil. Damak zevklerimiz gercekten cok cok farklı.




İlk aksam yemegimiz, burdaki en guzel sey doner masa :)

Tuzlu etli yemekleri gorunce herkes ondan yemeye basladı, sol tarafta uzun kızartma gibi  duran seyler bambu sapıymıs, bizimle birlikte olan kültür bakanlıgı yetkilisi bunlar cok faydalı deyince ben hemen bir iki tane kemirdim.Corba fix yengec corbası .Diger yemekler, karısık sebze ne kadar farklı olabilir ki tadı diyorsunuz ama o kadar farklı.

Gerci ben gittigim yerlerde oranın yerel yemeklerinden baska bişey yemem, o yüzden beni pek zorlamadı.




baska bir restauranta gelen karidesler, bu sekilde servis ediliyor, ama masaya gelir gelmez haslanmıs soslu suyun icine attılar karidesleri, biz de ne kadar icinde durmalı, sos mu, haslanıyor mu diye dusunmeden tekrar geri cıkarıp yedik .

Daha cok resim bulunca onları da ekleyecegim insallah.

Sabah kahvaltısında da , ekmek yok malesef, bir suru corba cesidi, kaz dili
kızartması ( tadı plastik gibi birşey, ve her sabah vardı menude), patates kızartması, asagıda resimdeki hamur benzeri birşey,( içlerindeki ne ben cözemedim ama yedim) 
ve son olarak ve en güzeli de tropik meyvelerden olusan meyve salatası ...........


Bu arada marketlerde, paket paket tavuk ayagı gorduk, bunları pısırıp yiyorlarmıs, Türkiye'den tavuk ayaklarını ithal ettiklerini bile duyduk, burada cope atacagın seyi Cin'e satmak cok akıllıca...

Hangzhou dan simdilik bu kadar, daha sonra benzeri yazıları Shangai ve Zhuji icin de yazmaya calısacagım.


Bundan sonra güzel bir Avrupa sehri yazısı gelir :)))










Kücük sahil kasabası Volendam

Gezdigim her hangi yeri anlatmak istedigimde önce hemen resimlere bakıyorum, sonra da ay bunun adı neydi, burası neresi diye düsünüp duruyorum, demek ki neymiş, yazacaksın ki unutmayacaksın.

Neyseki gittigim yerleri ajandanın takvimine isaretleme huyum var en azından ne zaman gittigimi unutmuyorum J

Anlatacak cok yer var ama önce cok gorulmeyen yerlerden baslamak istiyorum, 2009 Mayıs ayında kucuk bir Hollanda- Belçika gezisi yapma fırsatımız oldu . Hollanda diyince ilk olarak tabi ki Amsterdam geliyor akla, ama ben bu yazı da Amsterdam’a araba ile ortalama 30-40 dakika uzaklıktaki kucuk bir balıkcı kasabası diye anılan kücük bir kıyı sehri, Volendam’ı anlatacagım.

Kiraladıgımız araba ile Amsterdam’dan  yola koyulduk, güzel navigasyon aletimizde var diye güle oynaya giderken birden navigasyon’un baglı oldugu sarjın calısmadıgını fark ettik, Neyse ki yol cok da karısık degildi navigasyon olmadan da yolu bulabildik. Ama aksam donuste Amsterdam’daki otelimizi nasıl bulduk , bir de onu sorun J

Volendam’ın girisinde sağ tarafta kalan, kocamannnn bir yeldegirmeni karsılıyor sizi. Sol tarafta ise cok sık ve farklı farklı dizayn edilmis, cok guzel bahceleri olan 1-2 katlı evler var. Her gördügüm eve “ ay bu cok güzel” “yok bu daha güzel “ diye diye Volendam’ a geldik.



Sehir girisindeki büyük yeldegirmeni...

Direkt cıktıgımız ana cadde sanki film studyosuna gelmissiniz gibi, tek tip ama farklı renkli boyanmıs ve onunde minik bahceli girisleri olan evlerden olusuyor. Yolu ara ara kesen kucuk dereler var, derelerin ustunde kopruler, suda yüzen ördekler,  etraf yemyesil.



Derenin üstünden gecen asma bir köprü....


Arabamızı hemen park edip cok ac oldugumuz icin fast food yemek satan bir yere gittik, Hamburger ve bol miktarda patates ile karnımızı doyurduk.

Zaten cok kucuk bir yer, dolasarak her yer görülebilir. Ana caddeden limana dogru cıkan yollardan dolasarak liman seridine ulastık.


 
Kucuk bir kasaba etrafta cok az insan var derken , insanların nerede oldugunu bulduk hemen.

Liman seridi,  yine aynı tip evler, onlerinde kucuk kafeler, barlar, deniz ürünleri satan fast food’cular ve bir suru hediyelik esya satan dükkanlar olan bir yer. L seklindeki limanı uctan uca dolasmak 10 dakika sürer herhalde.


limandan bir görüntü.....

 
limandaki dükkanlar......

Ama o kücücük yer, o kadar güzel düzenlenmisti, hic sıkılmadan bir oraya bir buraya atlıyorsunuz. Deniz ürünleri satan seyyar büfeden sandviclerinizi ya da waffle’nızı alarak oradaki bankalara oturup, ayaklarınızı uzatıp denizi seyredebilirsiniz, ya da minik dükkanlara girip hediyelik esya secebilirsiniz. Yorulunca yine dısarı da olan barlara oturup birşeyler icebilirsiniz. Ne yaparsanız yapın pek sıkılmazsınız
J

 
Volendam , hediyeli esya konusunda sanırım Amsterdam dan daha ucuz, aldıgımız seyleri daha ucuza satan bir yer göremedik Amsterdam’da, olsa da o yogun sehir de bulmak zordur sanırım. Ben ne aldım ? Daha sonra cesme de ve Mikonos, Paros, Kos gibi  yunan adalarında gördügüm beyaz mavi boyalı, asınmıs ahsap görüntüsü veren, deniz fenerleri,  tekneler ve benzeri deniz temalı ahsap objelerden aldım. Hatırladıgım kadarı ile oldukca uygundu fiyatları.

Volendam, güzel ,  degisik cok hos bir yer, ama burada en eglenceli ne yapmalı  diye sorarsanız hemen cevap veriyorum; Limanda bulunanan 2-3 tane fotorgrafcı da gidip, ulusal kostumlu resim cektirin derim. Resim cekilirken acayip eglendik ve cok güzel bir hatıramız oldu J

Ben ilk gordugum fotografcıya hemen atlayıp, vitrinde gordugum resimlerden istedigimi söyledim. Hemen oradaki kostumlerden kıyafetlerinizin üzerine giydiriyorlar, Kıyafetler hemen hemen aynı , zaten sana secme sansı vermiyor, 2 dakika da 2 kız hemen seni giydiriyor. Sonra fotograf odasına girdik buranın her köseyi ayrı bir dekor, istedigin yeri sen seciyorsun, seni hemen oraya gidip yerlestiriyor. Nerede nasıl oturcan, ayaklar kollar nerede hepsini sabitleyip baslıyor fotograflarını cekmeye.

 Bir suru resim cekiyorlar iclerinden en güzel 5 tanesini sana gösteriyorlar, Senin sectigin 2 tanesi ni de fotograf olarak basıyorlar. 45 dakika sonra gidip 17 Euro’ya resimlerinizi alıyorsunuz. Biz cd’yede cekip vermelerini rica ettik ama kabul etmediler.  Zaten dükkanın icinde bir kisi bile gülümseyerek isini yapmıyordu, biraz soguk ve sevimsiz bir ortam ama o resimler icin bence degerdi ...
Bu da bizim resmimizzzz, gülmekten bir turlu poz veremedik.
Fotografcı da bu sekilde guzel bir poz yakalamıs.


Aksama dogru liman iyice esmeye baslayıp , herkez kapalı mekanlara gecmeye baslayınca bizde yavas yavas kasabanın iclerine dogru gezmeye koyulduk. Evlere dısarıdan bakınca hic bir yasam belirtisi yok, keza sokaklardaki insan sayısı da birden azalmaya basladı,sanırım  aksam olup, soguk  hava bastırınca  herkez pub, cafe gibi yerlere gidiyor.  Bizde son resimlerimizi cekip, güzel bir günün ardından, bütün gün gezmenin yorgunlugu ile hemen arabamıza atlayıp Amsterdam’a dönmek icin yola koyulduk.

Bir sonraki yazıda  nerdeyiz, henüz karar veremedim.

Cok sevdigim Roma mı? Yoksa hic dönmek istemedigim Mikonos mu?