12 Aralık 2012 Çarşamba

Perugia-EuroChocolate

Perugia; Umbria bolgesinin merkezi, güzel tarihi şehir.Tarihi dokusu, güzel manzarası ile bahar aylarında gezmek için çok güzel bir bölge ama bizi buraya getiren şey  EUROCHOLATE :)

Ekim ayında planladığımız Toskana bölgesi gezisinde, Ekim'in son haftası Perugia'da cikolata festivali olduğunu duyunca hemen planımıza burayı da ekledik.  Perugia, Floransa'dan trenle 1.30 saat mesafede. Perugia tren istasyonun hemen önünde kalkan otobusler ile veya festival zamanı ek olarak, özel Choco Train ile Perugia'nın tepede kurulmus olan tarihi bölgesine ise 15 dakika yolculukla eski sehir merkezine gidilebiliyor.
Biz festivalin gereklerini tam olarak yerine getirmek için tabi ki ChocoTrain ile gitmeyi tercih ettik.

İste Choco Trainimiz
Festivale geçmeden önce tren istasyonunda, duvara çizilmiş eski şehir haritasını size göstermek istedim.
İstasyonun bir tarafında Perugia, bir tarafında ise Umbaria haritası çizilmiş, trenden inince, yok ben nerdeyim, yok burası İtalya'nın neresi demiyorsun, haritaya bakıyor, sorularına cevapları alıyorsun :)
Choco Train'imiz bizi tepede kurulmus eski şehrin Piazza Italia meydanında bırakıyor, burası zaten ana cadde Corso Pietro Venucci'nin başlangıçı. Ana cadde paralel sokaklar hepsinde stand var ,düşünün artık


 
                                             Corso Pietro Venucci

                                 Piazza Italia Meydanında Milka'nın standı

Evet bir cok yer bazı çikolatalarını tadımlık olarak denetiyor, bende tabi ki her standa ziyarette bulundum.
Bu resimdeki cikolatalardan yedim mi? evet yedim....


 bundan da yedim....
Sabah 10 da çikolata yemeğe başlayınca, bir yerden sonra daha fazla tatlı bir şey yemek istemiyorsunuz. Bu yüzden güzelim öğle yemeğimin de tadını çıkaramadım . Ama napalım çikolata festivalininde o kadar kusuru olur artık :)
    Ve herkes görüldüğü üzere çikolata peşinde......

   Via Del Forno
Perugia'nın tarihi geçmişi oldukça karışık ve kanlı, 15.16 yy'lar arası Oddi ve Baglioni aileleri arasında kanlı savaşlara sahne olmuş, Baglioni ailesinin yönetimi altında geçen bir süreden sonra yine uzun süren savaşların ardından Papalık idaresi altında yönetilmis. 1540 yılında Papa III Paul'un sehir ele geçirmesi ile birlikte şehrin etrafı Rocca Paolina kalesi ile çevrilmiş, bu dönemde kalenin dışarıdan şehir ile bağlantılarını  sağlayan yer altı tünelleri yapılmış. 1860 yılında Perugia'nın Papa himayesinden çıkıp İtalyan krallığına katılmasıyla, halkında sevmediği Rocca Paolina kalesinin savaşlarda tahrip olmuş duvarları yıkılmış. Şehrin içinde yeraltında bulunan tüneller ise günümüze kadar gelmiş.
İşte o tünellerden biri
Perugia'da Floransa gibi birçok tarihi bina ile dolu, 1275 yılında Nicola&Giovanni Pisano tarafından yapılmış -Fontana Maggiore- Maggiore çeşmesi, 1345 yılında yapılmış San Lorenzo Katedrali de görülmesi gereken yapılar arasında. Eğer yolunuz Perugia'ya düşerse kendinizi yollara bırakın ve sokakların tadını çıkarın.

Şehrin surlarından Tiber vadisi

Ve elimizde çikolalatalarımız ile Choco trenimize binip, geri dönme vakti

İtalya'nın birçok şehri aynı tarihi ve doğal güzelliklere sahip ama Perugia ayrı bir sıcaklık veriyor zaten Çikolata festivali yapıp gönlümü fethetmişler nasıl sevmem ben Perugia'yı.

İtalya daha bitmedi, sırada Floransa'ya gidip Gusto Pizzayı ziyaret edip, ordan Bologna'ya gidip bolonez sos nasıl olurmuş onu görecegiz . Evet öğlen saatinde aklıma sadece yemek geliyor :) Hoop kaçtım.
Sevgiler.......

22 Kasım 2012 Perşembe

Lizbon

Belem kalesi, Kasifler anıtı, nostaljik tramwaylar, yokuslu sokakları, seramik kaplı binaları, güzel sarapları , deniz ürünleri mutfagı, Sintra , Pena sarayı ve tabi ki Belem tatlısı ..... LİZBON.
Lizbon, tipik bir Avrupa sehir olmaktan oldukca uzak, bir yanı Avrupa sehirinde hissettiyor kendini bir yanı ise İstanbul gibi. Hayatın akısı, yasam tarzı, belki biraz da Araplardan etkilenen mimari yapısından dolayı, biraz mistik bir sehir.

Tejo ırmagının iki yanına kurulan bu sehri nasıl kesfetmeli, işte buyrun efendim;

Rossi Meydanını merkez alarak her yere buradan rahatlıkla ulasabilirsiniz, yokuslu yollar icin tramway, uzak mesafeler icin metro, belem icin ise otobusle gitmek, Lizbon'u gezmenin en kolay yöntemi. Günlük 5 Euro'ya bilet alıp bu aracların hepsinden sınırsız faydalanabilirsiniz.Lizbon bir sürü tepeden olusan bir sehir, tramway tepelere cıkmanın bir yolu, diger bir yolu ise asagıda kalan, Baixa bölgesini tepedeki  Barrio Alto bölgesine baglayan asansör.

Oncelikle  Rossi Meydanından, sarı tramway'a atlayıp Plaza de don Pedro'ya cıkın, tepeden bir sehri gorun. Gorun ki biraz yol kavramı olussun kafanızda :)
                        
Rossi Meydanın kalkan nostaljik tramway
Tepeden bir Lizbon görüntüsü, ben henuz panoromik cekmeyi kesfedememisken :)

Plaza de Don Pedro'dan, yokus asagı yuruyerek sahile ulasabilirsiniz. Sag tarafta kalan bölge Barrio- Alto. Dar sokaklar, kucuk butikler aksamları ise cicek pazarı tarzı restaurantların oldugu meshur bölge. Burayı aksam yemegi icin geri dönmek üzere aklınızda tutun.

"Bir sehir gezmek görmek cok güzel, orda alısveris yapmak daha da güzel" mantıgını benim gibi baz  alıyorsanız, Rua Aurea caddesinin bitiminden sola dogru dönüp alısveris denilince ilk akla gelen Rua Augusta'ya gidiniz. Unlu luks markaları arıyorsanız eger, Rossi Meydanından yukarı dogru Av.Libardade caddesine cıkmanız gerekli.

                                      

 Rua Augusta'nın sahile bakan kapısı, Plaza do Comercio meydanı, Meydanda ki giris kapısı ise 1766 Lizbon depreminde ölenlerin anısına yapılmıs.

Rua Augusta'da aksam üstü alısveris zamanı

 Baixa-Chiado ile  Barrio-Alto arasındaki kota farkından dolayı, 1900'lu yılların basında  Santa Justa Asansörü  yapılmış. Şehrin ortasında ilginç bir yapı haliyle, size de mutlaka bir ziyaret ediniz.
Lizbon'da cok meshur aman icmeden dönmeyin yazılarına uyarak, kendimizi Rossi meydanındaki A Ginjinha'ya atıyoruz. Bu içkiyi, ister sise ile ister bardakla satın alabilirsiniz. Sen sevdin mi nasıl bişey diye sorarsanız , benim cevabım; ispirto kokulu eksi vişne likorü olacak malesef .Bir daha da içmem öyle diyim yani :)
Lizbon'da meshur methedilen başka bir şey ise, Belem tatlısı. Portekiz mutfagında benim gördügüm kadarıyla,tatlılar daha cok kremalı, milfoylu tatlılar, işte Belem tatlısı da bunlardan birisi. Her pastanede mutlaka var, ama en güzeli yerim ben diyorsanız ismini aldıgı Belem pastanesine gitmeniz gerekli.
                             
1837 den beri hizmet veren Pasteis de Belem, Lizbon'un Belem bölgesinde, merkezden buraya otobusle veya trenle rahatlıkla 15-20 dakikada gidebilirsiniz.  Otobus Belem duragında inince 5 dakika yürüyorsunuz ve sag tarafta o uzun kuyrugu görünce anlıyorsunuz ki dogru yerdesiniz :)

Ve iste Meshur Belem tatlısı, pastane tarifini sır gibi saklarmıs, diger pastanelerde yapılanlar hiç onun kadar lezzetli olmazmıs, benden söylemesi.
                                     
İçerisi klasik portekiz mimarisi seramik fayans ile kaplı. Kapıdaki kuyruga aldanmayın iceri girin. Kapıdakiler sadece paket almak icin sırada bekleyenler. Kapıdan iceri girince 2 bolum ile karsılasacaksanız,burası dükkanın dısından görülebilen kısım. Pastanenin ic tarafında 2 buyuk bolme daha var ki muhtelemen icerisi 150-200 kisiyi agırlayacak kadar genis. Dolayısla kuygura aldanmayın kendinizi iceri atın tatlıları mideye indirin .
Belem'e gitmisken hemen sahile inin ve muthis -Padrão dos Descobrimentos-Kasifler anıtını görün. Bu anıt ilk denizcilik okulunu kuran Gemici Henry adı ile bilinen, Prens Enrique el Novegante anısına 1960'da yapılmıs. En ucta Denizci Henry'yi peşinde ise unlu denizciler, bilim ve din adamlarının heykelleri ile süslenmis cok güzel bir anıt. Belem denizcilerin Lizbon'dan denize acıldıgı yer oldugu icin bence cok etkileyici bir anıt. Kücük bir not, 1498 yılında Vasco Da Gama'da Hindistan'ı kesfettigi seyahatinde buradan denize acılmıs.

Resimde anıtın arka tarafında uzanan bir kopru görecekseniz.  - Ponte 25 de Abril-25 Nisan köprüsü, San Francisco'daki Golden Gate köprüsünü yapan mimar tarafından aynı sekilde buraya da yapılmış. Köprünün ilk adı Salazar köprüsü, ama karanfil devrimine ithafen 25 Nisan Köprüsü olarak ismi değistirilmiş.

Kasifler Anıtının biraz ilerisinde ise, Kral I.Manuel tarafından yaptırılmıs -Torre De Belem- Belem kulesini görebilirsiniz. Tejo ırmagının okyanusa acılan son noktası olan Belem'de, okyanustan gelen gemileri kontrol etmek amacıyla denizin kıyısına yapılmıs cok güzel bir kule.Kuleye ahsap bir kopruden gecerek gidiliyor, Okyanustaki gelgitten dolayı aksam ustu suların icinde kalan kule, tahminimce sabahları kumsalın ustunde yer almakta.

Belem'den tekrar Lizbon'a donelim, yine merkezden  28 nolu tramway ile Alfama bölgesine ve yukarısında yer alan Sao Jorge Kalesine ulasabilirsiniz. Kale uzun yıllar arapların etkisinde kaldıgı düsünülürse oldukca güzel olmalı ama Agustos sıcagında aksam üstü gitmemize ragmen, çok sıcak olduğu için giris kuyrugunda beklemekten vazgecip kendimizi  yine sokaklara attık .

Ve beni kalbimden vuran, en güzel dondurma listemde baş sıralara yerleşen dondurmacı, SANTINI.
Onlarda ne kadar iyi olduklarını biliyorları ki, sloganları -I Gelati Pui Fini Del Mondo- Dünyanın en iyi dondurması. Klasik bir İtalyan dondurmacısı olan SANTINI, 1949'da ilk dükkanını acmıs daha sonra da Lizbon'da iclerinde olmak üzere, Portekiz'de 3 subesi acmıs.
Chiado&Baxia bölgesinde, Rua Do Carmo 9 numarada bulunan SANTINI Lizbon'da ziyaret edilecek yerlerden biri, giderseniz benim icin de limon-bogurtlen karısımlı olan dan da mutlaka tadın :)
Ve aksamı gecirmek icin Barrio-Alto'nun dar sokaklarına gidebilir,sokaklara masa koymus, kucuk restaurantlardan birinde güzel bir yemek yemenizi öneririm. Ben normalde gitmeden önce arastırmayı sever, en güzel yeri bulmayı severim. Burası icinde internetten bir kac yer ismi buldum ama orada sokaklarda dolasırken not defterimi cıkartıp bakmaya üsendigim icin gözüme güzel gelen hemde fiyatları uygun bir yerde oturduk.(yemekten sonra otele donup  notlarıma baktıgımda buranın tavsiye edilen restaurantlardan bir tanesi oldugunu gördüm)  Benim menum, şefin yemegi kod balıgı ve yanına beyaz sarap. Sarapların en kucuk boyu resimde gormus oldugunuz karaf ile geliyor. En ufak karaf, 3 dolu kadeh saraba denk geliyor. Fiyatı ise  3.90  veya 4.90 Euro gibi bir rakamdı. Avrupa'da en cok sevdigim seylerden birisi yemekte bir kadeh sarap icin ödedigimiz ücret sanırım :)

Bu nefis restaurantın adı Das Gaveas, bir sure sonra etrafında insanlar oturmak icin kuyruk olmaya baslayınca ne kadar populer oldugunu da anlamıs olduk :)
        Ve Lizbon'a son noktayı yine tramway ile koyuyor  bir sonraki gidilecek Portekiz destinasyonunu da Porto olarak listeme ekliyorum.
Ben Porto'ya gidene kadar,  sırada bekleyen cok yer var.  Daha Bologna'da Bolenez soslu makarna yiyip, Floransanda Ponte de Vecciho'yu gezip, Perugia' daki cikolata festivalini ziyaret edecegiz.

Geziniz, görünüz, hayatın tadını cıkarınız .... Sevgiler :)

2 Kasım 2012 Cuma

Palacio da Pena-Sintra

Lizbon'a gidip de görmeden dönülmemesi gereken  en güzel yeri söylüyorum ........ Palacio da Pena !
Benim en güzel sato, saray, kale listemde Neuschwanstein Satosu ile birlikte ilk sırayı paylasan Pena Sarayını gidin görün bayılın diyorum :)

Pena Sarayı ve parki , Lizbon'a tren ile yaklasık 45 dakika uzaklıktaki Sintra'da. Sintra Unesco Dünya Mirasları listesinde, 19. yy da Avrupa romantik  mimarisinin merkezi olmus bir kasaba.
Sintra da, en önemli göz alıcı yapı Pena Sarayı . Bunun dısında Pena Sarayı'nın bahcesi (bahce dedigime bakmayın gezmek 1 günü bulur) , Milyoner İngiliz Sir.Francis Cook tarafından insa ettirilen Monserrate Sarayı, 8 yy yapılmıs Moors Kalesi'ni görebilirsiniz. Sintra'nın içindeki diger tarihi binalardan bahsetmiyorum bile.

Lizbon havaalanında Sintra'nın reklarını göreceksiniz.

Sintra'ya Lizbon'dan tren ile 45 dakikada ulasılabiliyor. Tren istasyonun onunde Pena Sarayına kalkan otubusler var. 15-20 dakika gibi bir süre de de Saray bahcesinin kapısına ulasabiliyorsunuz.
Pena Sarayı, Moor kalesi karsısında yüksek kayalık bir tepenin üstüne yapılmıs. Ortaçag'da bu tepeye ilk olarak bir şapel yapılmış. 1453 yılında Kral II. John'un isteği üzerine şapel en fazla 18 keşişin kalabileceği bir manastıra çevrilmiş ve yüzyıllarca manastır olarak kalmıs. Manastır bir çok yıldırım düsmesi ve 1755'deki büyük Lizbon depreminden çok büyük hasarlar almış. 18. yy da, II Ferdinand'ın emri ile Manastırın olduğu yere yazlık saray Pena insa edilmeye baslanmış.

Pena Sarayı bahcesine giris
Tepedeki Saraya resimdeki kucuk tren ile veya bizim gibi yürüyerek çıkabilirsiniz.

Kayaların üstündeki Pena Sarayının aynı güzellikte çok güzel bir bahçesi var. Bahce de birçok bölgeden getirtilmiş ağaçlar ve bitkiler de var. Bahçede ayrıca sapel, küçük süs havuzlar, bahçe düzenlemeleri var. Bahçenin tamanın ve Sarayı gezmek muhtemelen 1 günü alır. Biz 3 saat saraydan dısarı cıkamadık :)

Ve iste karısınızda Pena Sarayı

Saraya donerek çıkan yoldan giriş kapısına ulaşıyorsunuz. Kapalı mekanlarda çekim yasak oldugundan dolayı sizi saray'ın dış bahçelerinin resimleri ile başbaşa bırakıyorum.



Bir anda bayrağı oraya ben dikmişim gibi hissettim :)

Sarayın ilk kapısından girdikten sonra ic avluya cıkan yol




Pena Sarayının dan önce yapılmıs olan sapel halen sarayın icinde duruyor



Sarayın arka tarafındaki kale duvarları


Sintra'nın güzel binaları

O taraflara günün birinde yolum düserse yine Pena Sarayına gider, bu sefer tüm günümü sarayın bahcesinde gecirip bir de Moor kalesini gezip, Sintra'nın yesil sokaklarında dolasıp sehrin tadını cıkarırım. Sizde fırsat bulursanız mutlaka gidiniz, görünüz :)